21 Ocak 2014 Salı

Eskisi Gibi

Eskisi Gibi
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.

Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sanavurgunum.

Dağları aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gerl sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.

Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı...
Ben gene sana vurgunum.
 
Sabahattin Ali

18 Ocak 2014 Cumartesi

kırılgan kızlar kulübü***

Kemal Sayar'ın Yavaşla kitabının bir bölümü mıhlandı aklıma,kalbime,geceme
''Kırılgan kızlar kulübü''
Defalarca okudum
Defalarca yaş geldi gözümden
Nasıl güzel adamsın,nasıl güzel inmişsin kalbimize..



''Bir ses etseniz uçuşup gidecekler. Kazara bir sözcük düşürseniz yere, onun boşluktaki hışırtısıyla kaçışacaklar saklandıkları kovuklara. Her sözcüğün özenle kurulması gerek, ses tonunuz sessizlikle mırıltı arasında gidip gelmeli ki incinmesinler. Onlar, hayat meydan savaşına çıkmadan kendilerini mağlup ilan eden kızlar. Gönüllü mağlupları hayatın.
Kâh yorganlarını başına çeker, kâh kendilerini eve ve sürgit bir mutsuzluğa hapseder ve bir istiğna makamında yaşarlar. İsterler ki bir ses, bir yürek onları bulsun ve onları çocukluğun o sert kışından çekip çıkarsın. Yeterince soğuk yemişlerdir, isterler ki bir yürek onları sarmalasın ve sıcaklığıyla ısıtsın. Sadece böyle bir tesadüf onları hayata çıkarabilir. İncinmiş bir çocukluk, ancak bir başkasına yaslanarak, sendelediğinde mutlaka orada yanı başında olacağını bildikleri bir yürek değneği ile şifa bulacaktır. Kayıtsız şartsız bir anne, varlığını ona sunan bir âşık, ürkekliğin dilini konuşabilen bir insan. Hayat hep kendimize doğru bir yolculuktur.
Onlar çocukluğun o sert kışında dünyanın tehditkâr bir yer olduğu bilgisini edinir. Ruhun karanlığı derinleşir. O derinlik, kendisine mahsus bir neşe üretmekte gecikmez. Acıyla teselli bulmanın neşesi. Maruz kaldıkları her türlü duyarsızlık, dünyanın tekinsizliğini doğrulayan bir kayıt olarak bireysel tarihe not düşülür. Dünya kötüdür ve ondan saklanmak gerekir. Nihilizmin o serin kuyusunda, eylemsiz durarak, dünyaya bir bildiri bırakılır. Hayattan öğrenecekleri her yeni şeyin, yeni darbeler yemekle olabileceği sezgisiyle insandan uzak yaşanır. Kötülükten kendini sakınamayan kızlar, yiğit bir adamın çıkıp da onları serazat sevemediği kızlar, kırılgan kızlar. Mesafe ve kayıtsızlığın zırhıyla, hayatın mızraklarından korunanlar.
Onların birkaçını tanıdım. O zırh ruhun yaralarının bağladığı bir kabuk gibi, onlara ulaşmanızı engeller. Cerahatli yarada yol alan bir cerrah gibi, ustaca sokulmalısınız o sisli geçmişin sokaklarına. Sevilme açlığının açtığı yaralar narindir. Düşünmeden ve hissedilmeden söylenmiş her söz, o yaraya tuz basar. Orada ancak sahici bir insan olabilirseniz, onun yaraları kadar sahici durabilirseniz, kendi yaralarınızla yüzleşecek kadar bir cesaretiniz varsa, varsınız. Kuru nasihatler, ezberlenmiş cümleler, acının örsünde dövülmemiş yaşantılar ruhun yaralarına nüfuz etmez. Ancak kendi kırılganlığının sesini duyabilen birisi, o kırılgan kızları da işitir. İnsan bir başkasını en çok yaralarından tanır. Kendi yaralarından.
Kırılgan kızlarla konuşmak benim için iki türlü bir yolculuktur. Onları, 'içlerinde var olduğunu bilmedikleri' bir yere götürmek için, bir tür kılavuz kaptanlık yapmak zorundayımdır. Ruhun derin acısı o 'var olmayan yer'den yayılır. Orayla karşılaşmak acıyı hafifletmez belki ama bir farkına varış imkânı verir. Farkına varmakla anlam veririz. Bir acıyı anlamlandırabildiğimiz zaman ruh eksik olanı ikmal eder, tamamlanır, olgunlaşır. O acıyı üreten yanlışları durmaksızın tekrarlamaktan vazgeçeriz.
Ve onlarla yürümek beni kendimle buluşturur. Hayatın türlü telâşı içinde kendime söylediğim yalanlarla, kendimden sakladığım gerçeklerle, kendime değmekten kaçındığım yerlerle buluşturur. Bazen onların öyküsünden ayrılarak kendi karanlığıma doğru giderim. O karanlıkta bulduğum bir yaşantı, geri döndüğümde, bana anlatılan öyküyü de anlamamı sağlar. Aslında ben kendi karanlığıma giderken, kendi yolumu yürür ve kendi kırılganlığımla yüzleşirken, ona doğru iz sürmüş olurum. Hayat bazen bir şifa verme çabasıdır. Ötekine, kendimize ve bütün varlığa.
Kırılgan kızlar ya terk edişin soylu dağında bir münzevi olur, ya da hayata bir yerinden katılır ve içlerinde zaman zaman nöbetler halinde dışarı vuran bir sızıyla yaşamayı sürdürürler. 'Yaşamıyor gibi yaşamak' sanatının ustasıdır onlar. Bir keşiş, yedi yüz yıldır mağarasında konaklayan bir bilgeyle karşılaşmış dağda. 'Güzel insan' demiş ona, 'neden şuraya bir ev yapıp da rahat etmiyorsun?' 'Hayat çok kısa' diye cevap vermiş bilge, 'yerleşmeye değmez'. Mağlupların bir bilgeliği vardır. Dünyanın mağlupları, dünyayı yerleşmeye değer bir yer olarak görmeyenlerdir.
Kırılgan kızlar işte biraz da bunun için kırılgandır.. ''





13 Ocak 2014 Pazartesi

O da İstanbul

İstanbul...
Yüzyıllar boyunca kim bilir kaç kumandanın hülyası.
Nazlı istanbul.
Fatih'in sevdası,malikesi,memlükesi.
Öncelikle bizden öncesinin hikayesi.
Bir nisan günü ,çiçeklerle bezenmişken kuşatılmış ahu.
Kim bilir belki bundandır gürültülere,kalabalıklara rağmen geceleri çiçek tütüşü burnumuza,
terennümü rüzgarın usulca.
Kim bilir belki Fatih 'in hatrıdır.
Kim bilir?
''Sevgili Dost,
  Bu ne dalgınlık?
  Sevgili Dost,
  Aşık mısın?
 
  Sevgili Dost,
  İstanbul'a ? ''diye soruvermiş yazar.

İstanbul...
Kimilerinin aşkı,dalgınlığı.Sabah vapuruyla işine gidenin seyrine daldığı  fazlaca.
Fersah fersah ötelerden gelip eteğine yerleşenlerin aşkı biraz da.
Yalnız bi kadının hem aşkı hem de dalgınlığı azcık da.Bi martının sevdası boğaza.
Evet belki de  İstanbul'u sevmiyorlar henüz.Farkında değillerdir Fatih'in yegane çiçeğinin.
Görecekler.Başka türlüsü yok bu şehirde.Helal etmeli kendini peygamberin övgüsüne nail olan bu şehre.

İstanbul...
Şairlerin biricik perisi.
 ''Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
   Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
   Martılar konuyor omuzlarıma,
   Gözlerin İstanbul oluyor birden. '' deyivermiş şair.
Martısı,aşkı,şiiri eksik olmayan şehir.
Hem hangi şairin İstanbul kokan şiirinden bahsetmeli ki?
Hangisini analiz etmeli uzun uzun?
Ne çıkarmalı?
Hiç.
Sadece hissetmeli ,okumalı şiiri ve de okumalı bu şehri.
''İstanbul'Un orta yeri sinema''
Doğru.Hala.Her yeni gün bi film başlıyor Şehr-i istanbul'da.Yeniden .İlk defa görmüş gibi.Yepyeni bilmiş gibi.
Hep hasret gibi.
özlemek çok zor bu şehri.
Özlememek bin beteri.
Yürekten sızıverip dile düşen kelime.
Kutsal ,kıymetli , mağrur.
O da istanbul.

2 Ocak 2014 Perşembe

fikret kızılok

Gel


Gel zamanıdır haydi gel
Fırtınayı kandırdım
Şüphe düştü içine
Mehtap bulut üstünde
Hadi tutun korkmadan
Uzanıp da öyle gel...
Gel ki artık görsünler
Kolay mıdır beklemek
Böylesine yaşamak
Ben sana hasret kumsal
Sen bana dalga dalga
Kavuşup da öyle gel...
Yok artık kimsecikler
Ne güneş ne de gölge
AIçılıp perde perde
Soyunduk kendimize
Karanlıktan korkarım
Utanırım öyle gel...
Gel şarkılarım değişti
Ne lodos var ne de poyraz
Sakın gelme demeden
Çok yakın bir yerdeyim
Çakıl taşı sıcacık
Sarılıp da öyle gel
Yalandır yazdıkları
Ayrılık bir kelime
Seni benden koparan
Tek bir şeyim kalmadı
Ölesiye öyle gel...